12 Kasım 2012 Pazartesi

Alba’da yine beyaz trüf zamanı…

İtalya’da her sonbahar menülere farklı bir heyecan ve hareket geliyor. Trüf mantarının dayanılmaz cazibesi her yıl Ekim ve ocak ayları arasında gastronomi tutkunlarını kendine çekiyor. Bu aylar arasında dünyanın birçok yerinden şef ve gurme Alba’ya akın ediyor.


Trüf mantarı sadece toprak altında yetişiyor ve insan burnuyla kokusunun hissedilip çıkarılmasının imkansızlığı bu mantarın değerinin kat be kat artmasına neden oluyor. Ama gelin görün ki insan burnunun yapamadığını köpeklerin burnu kolaylıkla yapabiliyor. Hal böyle olunca da sadece bu iş için özel olarak eğitilen köpekler bu işin kompetanları olup çıkıyor. Her biri bir Porsche değerindeki bu köpekler deneyimli sahipleri tarafından eğitiliyor. Alba’daki üniversitede bir Köpek Eğitim Fakültesi bile mevcut…

Trüfün en değerli cinsi beyaz trüf. Toprağın yaklaşık 15 cm altında bulunan beyaz trüf sadece Alba’da resmi makamlar tarafından verilen özel izin belgesine sahip avcılar tarafından toplanabiliyor.

Mantar krallığının en tepesinde yer alan trüf ailesi, deyim yerindeyse kendi içinde oldukça hiyerarşik bir yapıya sahip. Trüf krallığının başında da şüphesiz beyaz trüf bulunuyor. Bu nedenle de dünyanın en pahalı gıda maddesi olma özelliğini bu yiyecek elinde bulunduruyor. Beyaz trüf siyaha göre yaklaşık 10 kat daha pahalı. Alba’daki trüf marketlerinde büyüklüğüne göre tek bir parçanın 1000 euro’nun üstüne çıktığı oluyor. Beyaz trüf aslında ya tutkudur ya da nefret. Başka bir deyişle yeryüzünün bu en pahalı gıda malzemesini ya seversiniz ya da ondan nefret edersiniz. Toprak, sarımsak ve kerevizin garip ve bir o kadar da farklı aromatik dengesi var beyaz trüfte.

Bu mantar tüketilirken fazla abartıdan hoşlanmıyor. Beyaz trüf yemek istiyorsanız en basiti en iyisidir. Mantarın yoğun aroması nedeniyle mümkün olduğunca nötr ve baskın olmayan lezzetlerle bir arada tüketilmesi uygun. Eşsiz ve farklı lezzetlerin açığa çıkması için küçük bir rende darbesi yeterli. Bu altın darbe tüm aromayı açığa çıkarıyor. Beyaz trüf kesinlikle pişirilmiyor. Olduğu gibi tüketilmesi makbul. Topraktan çıkarılınca da kesinlikle suyla temas ettirilmiyor. Üzerindeki topraktan kurtulmak için fırçalamak yeterli.

Bu mantarı anavatanı Piyemonte bölgesinde sahanda kırılmış taze çiftlik yumurtası üzerinde tüketmek en yaygın alışkanlık fakat o bölgede ünlü bol yumurta ile yapılmış saç teli inceliğindeki ‘Tajarin’ isimli makarnayla da yenmesi uygun.

                             
                               "Tajarin al burro fuso con tartufo bianco d' Alba"

Trüf bugün ne kadar değerliyse geçmişte de bir o kadar değerliymiş. Kökü ve sapı olmayan bu sebze Antik Roma ve Yunan soyluları tarafından da baş tacı edilmiş. Hatta Romalı gurmeler bu mantar türüne o kadar değer vermişler ki hizmetkârlarına bile teslim etmeden kendileri pişirirlermiş. Antik Yunan döneminde bu egzotik sebzenin yıldırım düşen topraklarda yetiştiğine inanılırmış. Ta ki 1851 yılında mantar bilimci Edmond Tulasne trüfün ağaç kökleri arasındaki liflerle yakın bağlantılı olduğunu keşfedene kadar…

Trüf ormanlarda kayın, meşe, fındık ve huş ağaçlarının köklerinde yetişiyor. Ama tabi ki sadece arasında yetiştiği ağaç köklerinin uygunluğu yeterli değil. Aynı zamanda uygun iklim koşulları da şart. Doğru kimyasal ve nem dengesinin oluşması gerekiyor. Hal böyle olunca bütün bu koşullara dünya üzerinde çok kısıtlı topraklar imkan sağlayabiliyor. Alba o nedenle İtalya’nın ve hatta dünyanın gastronomik anlamda en değerli noktalarından biri. Piyemonte bölgesinde Torino’ya 1 saat uzaklıktaki çikolata kokulu bu güzel kasaba yeme içme tutkunlarının en birincil adreslerinden biri. Kasabanın bir diğer özelliği İtalya’nın en büyük çikolata üreticisi Nutella’ya hayat veren  Ferrero Rocher’in fabrikasının bu kasabanın girişinde olması. Alba’yı benim için değerli kılan diğer bir özellik de İtalya’nın en başarılı pasta şeflerinden Luca Montersino’nun birbirinden lezzetli ürünlerini sergilediği butik pastanesi ‘Golosi di Salute’nin de bu güzel kasabada olması…



İtalya’ya yolunuz düşerse Alba’yı kesinlikle es geçmemenizi tavsiye ederim…



Aşçılık okulu için İtalya'da kaldığım sürede sınıfça katıldığımız trüf avı videosu için tıklayın...


7 Şubat 2012 Salı

Identita Golose 2012 Milano / International Chef Congress

Son 3 gündür Milano’da yiyecek içecek sektörü adına oldukça hareketli günler yaşandı. Yiyecek içecek sektörünün en önemli organizasyonlarından biri olan Identita Golose dünya genelinden birçok ziyaretçiyi ağırladı.  Gerçi böyle büyük bir organizasyon Milano’da ilk defa bu yıl düzenlenmiyor. Identita Golosi’nin bu yıl 8.’si ziyaretçileriyle buluştu. 5 Şubat’ta başlayan ve 3 gün devam eden organizasyon farklı ülkelerden gelen birçok şefi bir araya getirdi.  Uluslararası Şefler Kongresi de diyebileceğimiz ‘Identite Golose Milano 2012’de sektörün tanınmış liderleri bir araya gelerek hünerlerini ve marifetlerini sergiledi ve fikir paylaşımında bulundu. Aynı zamanda Milano Yiyecek ve Şarap Festivali olarak da anılan bu kongre niteliğindeki fuarda birçok yiyecek içecek firması da farklı stantlarda ürünlerini sergiledi.



Kongrenin bu yılki konukları arasında Milano’nun 2 michelin yıldızlı restoranı Cracco’nun şefi Carlo Cracco, Paulo Lopriore, Massimo Bottura, Niko Romito, Rodrigo Olivera, Jordi Vila, Alessandro Gilmozzi, Frederic Bau, Heinz Beck gibi ünlü şefler vardı.

Carlo Cracco


Massimo Bottura


Heinz Beck

3 gün boyunca dünya genelinden 50 konuşmacı yiyecek ve içecek alanında birbirinden farklı konulara değindi. Kongrenin ana teması ‘basitlik’ ti. Müşteriye sunulan tabakların ve kullanılan tekniklerin karışık detaylardan mümkün olduğunca uzak, sade ve yalın olması gerektiğini savunan şefler, dünya genelinde yaşanan ekonomik krizle birlikte, yiyeceklerin hazırlanmasında kullanılan malzemelerde de yeniden keşfe çıkıldığını farklı oturumlarda uzun uzun anlattılar . Özellikle ünü diğer ülkelere de yayılmış Danimarkalı Rene Redzepi, Perulu Gaston Acurio ve Brezilyalı Alex Atala’nın hemfikir olduğu nokta buydu. Diğer taraftan kongrede sıkça tartışılan diğer bir önemli nokta da 20 – 30 yaş arasındaki yeni kuşak şeflerin yaratıcı ve farklı fikirlerinin sektöre katkılarıydı. İspanyol Sergio Humada, İsveçli Daniel Berlin ve İngiliz Stevie Parle bu iddianın başarılı örnekleri arasında gösterildi. Bu şefler aynı zamanda kongre süresince ziyaretçilere hazırladıkları yemeklerle tüm yeteneklerini gözler önüne serdiler. Kongrede Massimo Bottura, Moreno Cedroni veya Rodrigo Oliveira gibi 16 şef, iki ayrı demo mutfağında en ayrıcalıklı tabaklarını yemek severlerin beğenisine sundu.

(Not: Geçen yıl düzenlenen Identita Golose'nin konukları arasında Türkiye'den de ünlü bir şef vardı. Mehmet Gürs Mikla'da müşterilerine sunduğu özel tabakları kongredeki katılımcılar için hazırladı.... )




Kongrenin geniş bir de şarap bölümü vardı. Özellikle İtalya’nın her bölgesi başta olmak üzere Avrupa’nın en kaliteli markalarını  stantlarda görmek mümkündü. Şarap experleri 300’ün üzerinde farklı türdeki şarabı tatma imkanı buldu. En geniş bölüm tabi ki Toskana'ya ayrılmıştı. . Baracchi Riccardo, Cantine Acquaviva, Castello Banfi Toskana bölgenin önemli şarap üreticilerinden yalnızca birkaç örnek. Ayrıca Toskana'nın dünyaya nam salmış Chianti şaraplarını da Şarap Festivali’nde bolca görmek mümkündü...




Kongreye katılan firmalardan bazıları;